Bazı sorular, fazlasıyla tanıdık…
O kadar sık sorulurlar ki, zamanla anlamlarını yitirirler.
“İyi misin?”
Gün içinde belki onlarca kez duyduğumuz bir soru bu.
Ama cevabı çoğu zaman tek:
“İyiyim.”
Bir refleks gibi…
Dudaklardan çıkan ama kalbe pek uğramayan bir cümle.
Düşünmeden söylenir, çoğu zaman hissedilmeden…
Çünkü bu soru artık bir ilgi göstergesi değil, bir geçiş cümlesidir.
Cevabı da beklendiği gibi kısa ve sorunsuz olmalıdır.
“İyiyim” deriz ve devam ederiz.
Ama gerçekten iyi miyiz?
Belki de bu soruya en son ne zaman dürüstçe cevap verdiğimizi hatırlamıyoruz.
Çünkü bazen “iyi değilim” diyebilmek, düşündüğümüzden daha zordur.
İtiraf gibidir.
Kendimize karşı…
Başkalarına karşı…
Hatta bazen hayata karşı.
Psikolojide buna “duygusal inkâr” denir.
İnsanın kendi duygularını bastırması, görmezden gelmesi ya da onlardan utanması.
Toplumda güçlü olmanın, dirayetli durmanın, “her şeye rağmen ayakta kalmanın” fazlasıyla yüceltildiği bir kültürde büyüdük.
İnsan, kırılganlığını gizlemeyi öğrendi.
Ve duyguların sesini kısmak bir tür beceriye dönüştü.
Ama ne yazık ki bastırılan her duygu, başka bir yerden geri döner.
Kimi zaman öfke patlaması, kimi zaman aniden gelen ağlama isteği, kimi zaman da bedenin ağrılarıyla…
Çünkü içimizde sakladıklarımız, bizimle yollarını bulur.
Peki neden “iyiyim” deriz?
Belki anlatmaya gücümüz yoktur.
Belki de anlatacağımız kimse olmadığını düşünürüz.
“Anlatsam ne değişecek?” cümlesi, çoğu kişinin içinden geçer.
Ve bu cümleyle birlikte bir sessizlik yerleşir.
Ama o sessizlik çoğu zaman huzur değil, bir tür yalnızlık taşır.
Oysa iyi olmamak, zayıflık değil.
Kötü hissettiğini fark etmek bir farkındalıktır.
Duygunun adını koymak, onu yaşamaya izin vermek bir güç göstergesidir.
Her zaman neşeli, üretken, pozitif olmak zorunda değiliz.
İyi olmanın tek bir hali yok.
Bazen sakince durmak da iyidir.
Bazen içinden geçeni anlamaya çalışmak da…
Bazı insanlar vardır, size gerçekten “İyi misin?” diye sorar.
Söz olsun diye değil…
Cevabı önemsedikleri için sorarlar.
Gözünüzün içine bakarlar.
Sustuğunuzda bile duymaya çalışırlar.
Ama belki de en önemli soru, başkalarından önce kendimize sorduğumuzdur.
“Ben nasılım?”
Bugün ne hissediyorum?
Ve en son ne zaman gerçekten hissettiğim gibi davrandım?
Bir duygunun geçmesi için önce hissedilmesi gerekir.
Yok sayılan, bastırılan her his, zamanla başka yerlerde konuşur.
Ve biz bazen mutsuz olduğumuzu bile anlamayız.
Çünkü otomatikleşmiş bir yanıt, içimizdeki gerçekliği susturur:
“İyiyim.”
Bu yazıyı okurken kendine bir parantez açabilirsin.
Küçük bir alan yarat…
Sakin bir köşe, belki bir kahveyle birlikte.
Ve sor:
Bugün gerçekten iyi miyim?
Ve değilsem, buna ne ihtiyacım var?
Cevabın kısa olmak zorunda değil.
Hatta kelimesiz de olabilir.
Bazen bir hissi sadece fark etmek bile iyileştiricidir.
Çünkü bazen tek bir soruyla başlar dönüşüm.
Ama cevabı otomatik değilse…