Nereye Yetişiyoruz?

Yayınlama: 22.06.2025 12:11:02
33
A+
A-

“Geç kalma.”

“Yetiş artık.”

“Vakit kaybetme.”

 

Bu cümleler hayatımıza öyle sıkıştı ki artık iç sesimizin bir parçası oldular.

Sanki durduğumuz anda bir şeyler bozulacak, bir eksiklik ifşa olacak, ya da değerimiz azalacak.

Koşmak, bu çağın görünmeyen ibadeti gibi.

Yavaşlık ise neredeyse bir utanç nesnesi.

 

Günlük hayat bir yarış pistine döndü.

Ama yarışın başlama sesi de, bitiş çizgisi de belirsiz.

Koşuyoruz. Yoruluyoruz. Terliyoruz. Ama nereye gittiğimizi bilmiyoruz.

Sabah uyanır uyanmaz zihnimiz koşmaya başlıyor zaten.

“Şunu da yap, şunu unutma, şu mesajı yanıtla, geç kalma…”

 

Ve sonra kahvaltıyı aceleyle geçiyoruz.

Yolda hızlanıyoruz, konuşmaları kısa kesiyoruz, duyguları erteliyoruz.

Çünkü yetişmemiz gereken bir “yer” hep var.

Ama o yerin neresi olduğunu net bilen var mı?

 

Aslında bu acele hâli, sadece bir zaman sorunu değil.

Bir varlık sorunu.

Kendimize biçtiğimiz değeri, yaptığımız şeylerin temposuna bağlıyoruz.

Ne kadar meşgulsek, o kadar kıymetli hissediyoruz.

Ne kadar hızlıysak, o kadar başarılı…

Ve yavaşlayan biri, içten içe “yetersiz” damgasını yemekten korkuyor.

 

Psikolojide bu duruma “içsel acelecilik” denir.

İnsanın kendi zihninde, görünmeyen bir kronometreyle yaşaması.

Çocukken başlar çoğumuzda.

“Sakın tembel görünme.”

“Bak, diğerleri senden önce yaptı.”

“Acele et, yoksa kaçırırsın.”

 

Ve biz, kendi ritmimizi yitirerek başkalarının temposuna göre şekilleniriz.

Oysa hızlı olmak her zaman derinlik anlamına gelmez.

Hatta çoğu zaman tam tersidir.

Yüzeyde kalırız.

Sindiremeden geçeriz olayların, konuşmaların, ilişkilerin içinden.

Bir şey olur ve biz daha ne hissettiğimizi bile anlamadan başka bir ana savruluruz.

 

Bir düşün:

En son ne zaman bir şeyi sadece kendin için, sadece keyifle yaptın?

Yetişmek zorunda kalmadan…

Zamanla yarışmadan…

Kendi hızında, kendi halinle…

 

Koşturmaca, sadece bedeni değil, ruhu da yorar.

Ve kontrol duygusuyla karışır çoğu zaman.

Sanki durursak bir şeyler çökecek.

Sanki bir günlüğüne hiçbir yere yetişmezsek, herkes bizi unutacak.

Ama asıl unutulan biz olmuyor muyuz?

 

Yavaşlamak, bu çağda radikal bir eylem.

Çünkü insanı kendiyle karşı karşıya getirir.

Dış dünyayı susturduğunda, iç dünyanın ne dediğini duymaya başlarsın.

Ve bu her zaman kolay değildir.

Çünkü içimizde de bastırdığımız, kaçtığımız, görmezden geldiğimiz çok şey var.

Ama dönüşüm, tam da orada başlar.

 

Yavaşlamak cesaret ister.

Kendini duymaya razı olmak ister.

Bir sabah kahvesini telaşsız içmek…

Pencereden dışarı bakarken hiçbir şey “yapmamak”…

Ve gün içinde ilk defa, sadece olduğun hâl ile yetinmek…

 

Çünkü her şeye yetişmek mümkün değil.

Ve zaten insan her şeye değil, kendi zamanına yetiştiğinde dengede olur.

 

Bu yazıyı okurken belki sen de kendine şu soruyu sorabilirsin:

Ben neye yetişmeye çalışıyorum?

Ve bu koşunun içinde kendimi nerede kaybediyorum?

 

Hayat kısa, evet.

Ama hızlandırıldığında daha anlamlı olmuyor.

Bazen gerçek yetişme; bir iş, bir insan ya da bir hedef değil, kendinle buluşma anıdır.

O an geldiğinde fark edersin:

Hız kesmek, aslında kendine yaklaşmanın en derin hâlidir.

 

Yazarın Son Yazıları
15.06.2025 13:05:55
01.06.2025 15:25:51
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.