Psikolog Martin Seligman’ın geliştirdiği öğrenilmiş çaresizlik kavramı, kadınların yaşadığı birçok durumu açıklamak için güçlü bir anahtar sunar. Kadın, çocuklukta ya da gençlikte sürekli olarak değersizleştirildiğinde, fikirleri görmezden gelindiğinde ya da sınırları yok sayıldığında, zamanla ses çıkarmanın bir anlamı olmadığına inanır. Çoğu kadın bu nedenle öfkesini içe yönlendirir, hayallerini bastırır ve sessiz kalmayı “uyum” sanır. Oysa bu sessizlik, içsel bir çığlığın üzerini örten kalın bir perdeden ibarettir.
ROL ÇATIŞMALARI VE KİMLİĞİN SIKIŞMASI
Kadınlardan beklenen toplumsal roller, bireysel kimlik gelişimiyle çoğu zaman çelişir. Psikolojide rol çatışması olarak adlandırılan bu durum, kadının kendi benliğiyle çevresinin beklentileri arasında sıkışmasına neden olur. Bir yandan “iyi anne, fedakâr eş, uyumlu evlat” olma baskısı, diğer yandan kendi potansiyelini gerçekleştirme arzusu… Bu sıkışma, birçok kadının depresyon ve anksiyete bozukluklarıyla mücadele etmesine yol açar. Çünkü benliğin görülmediği yerde, ruh hastalanmaya başlar.
BASTIRILANIN BEDELİ: PSİKOSOMATİK YÜK
Sessizlik, duyguların yok olması anlamına gelmez. Bastırılan her duygu, bedende kendine bir çıkış yolu arar. Psikosomatik belirtiler tam da bu noktada ortaya çıkar: migren, mide sorunları, uyku bozuklukları, kronik ağrılar… Aslında beden, konuşulamayanın dili olur. Kadınların “hastalık” sandığı birçok durum, ruhlarının görünmez yükünü taşımaktan başka bir şey değildir.
SESSİZ DİRENİŞİN BİÇİMLERİ
Her sessizlik teslimiyet değildir. Kadınlar, görünmez direnç biçimleri geliştirir:
• Günlükler yazar, sanatla ifade eder.
• Dua eder, manevi alana sığınır.
• Küçük ama hayati adımlar atar: eğitimine devam etmek, ekonomik bağımsızlık kurmak, toksik ilişkiden çıkmak…
Bu adımlar, dışarıdan küçük görünse de kadının içsel dünyasında devrim niteliğindedir.
TERAPİ ODASINDAN SESSİZLİĞİN SESİ
Psikoterapi, kadınların sessiz mücadelesini sese dönüştürmek için en güvenli alanlardan biridir. Terapi odasında ilk kez özgürce konuşabilen kadın, kendi duygularının geçerliliğini fark eder. Araştırmalar, terapi sürecinde kendini ifade etmeyi öğrenen kadınların, yalnızca ruhsal açıdan değil, fiziksel sağlık açısından da güçlendiğini gösteriyor. Çünkü insan ruhu duyulduğu anda iyileşmeye başlar.
TOPLUMSAL ZİNCİRLERİ KIRMAK
Bireysel sessiz mücadeleler, toplumsal değişimin görünmeyen zeminini oluşturur. Annesinin sessiz çığlıklarını gören bir kız çocuğu, kendi hayatında daha yüksek sesle hayır diyebilir. Kadınların her bir sessiz direnişi, zincirin bir halkasını kırar ve gelecek kuşaklara daha güçlü bir miras bırakır.
SON SÖZ: SESSİZLİĞİ DUYMAK
Kadınların sessiz mücadelesini fark etmek, toplumsal bir sorumluluktur. Çünkü sessizlik, çoğu zaman yokluğun değil, gizlenmiş bir varoluşun işaretidir. Belki de yapabileceğimiz en kıymetli şey, bir kadının sessizliğinde saklı olan çabayı görmek ve ona “Seni duyuyorum” diyebilmektir.
Kadınların sessiz mücadelesi, insan ruhunun en derin direnişlerinden biridir. Ve bu sessizlik, zamanı geldiğinde bir ses olur; hem bireysel hem toplumsal anlamda yeniden doğuşun kapısını aralar.