İnsan ilişkilerinde en acıtan darbeler çoğu zaman fiziksel olanlar değildir.
Bir bakış, bir söz, bir sessizlik, bir yok sayılma… Dışarıdan sıradan görünen davranışlar bazen insanın kalbinde yıllarca kapanmayan yaralar açar. İşte zorbalık tam da böyle bir şeydir: gürültülü bir güç gösterisi gibi görünür ama aslında derin bir yoksunluğun yankısıdır.
Zorbalık yapan kişi güçlü değildir; sadece kırılganlığını saklamakta ustadır. Eksikliğini, korkusunu, yetersizliğini görünmez kılmak için başkalarının ışığını kısmaya çalışır. Bir insanın kalbini kırarak kendi karanlığını aydınlatabileceğini zanneder. Oysa gerçek güç, kimseyi incitmeye ihtiyaç duymadan var olabilmektir.
Peki neden hep iyi insanlar zorbalığa daha çabuk maruz kalır?
Çünkü iyi insanların kalbi yumuşaktır. Sessizdir, sabırlıdır, anlayışlıdır. Güzel bir yaprağa bile incinmesin diye dokunurken, ruhu inciten bir davranışla karşılaştığında genellikle üç şey olur: Susar, anlamaya çalışır, haklı çıkmak yerine huzuru tercih eder.
Zorbalığı yapan kişi de bu sessizliği zayıflık sanır. Bu büyük bir yanılgıdır. İyi insanların sessizliği bir güçtür, ama zorbalığın hedefi olmak bazen onların iç dengesini bozar.
Zorbalığın kökeninde çoğu zaman bir yara vardır: Değersizlik hissi, sevilmeme korkusu, aile içi şiddet, reddedilme, başarısızlık deneyimi…
Zorbalık yapan kişi, bu yaraları kendi içinde iyileştiremediği için başkalarını yaralayarak geçici bir rahatlama arar. Ama bu rahatlama ne onu iyileştirir ne de güçlendirir—sadece ilişkilere zarar verir.
Zorbalığa maruz kalan iyi insana gelince…
O, çoğu zaman kendini sorgular:
“Ben ne yaptım?”,
“Bunu hak edecek ne olmuş olabilir?”,
“Biraz daha sabretsem düzelir mi?”
Oysa gerçek soruları şöyle olmalıdır:
“Onun eksikliği beni neden incitti?”,
“Ben kendime hangi sınırı koyamadım?”,
“Şefkatim neden kendime değil de ona aktı?”
Zorbalığın panzehiri her zaman güçlü sınırlar ve kendine saygıdır.
İyi olmak, her şeyi sineye çekmek değildir.
Şefkat göstermek, kendini yok saymak değildir.
Sessiz kalmak, acıya katlanmak değildir.
Belki de bugün kendimize şu cümleyi hatırlamamız gerekir: “Ben kırılabilir bir insanım, ama kimsenin kırmasına izin vermeyecek kadar da değerliyim.”
Zorbalık bir güç gösterisi değil; bir yarım kalmışlığın, bir eksikliğin, bir çocukluk çığlığının dışarı taşmasıdır.
Ve iyi insanlar…
O çığlığa en fazla kulak verenlerdir.
Ama artık biliyoruz ki her çığlığa koşmak zorunda değiliz.
Bazen en güçlü davranış, sessizce arkamızı dönüp kendi ışığımıza yürümektir.