Bazı yorgunluklar vardır ki, görünmezler.
Ne gözaltlarında belirirler ne de bedenin duruşuna yansırlar. Çünkü kişi, dışarıya güçlü görünmek için her sabah kendini yeniden toparlar. Makyajını yapar, takımını giyer, gülümsemesini takınır ve güne başlar. Ama içerde, görünmeyen bir yük vardır. Anlatılmayan, anlaşılmayan, anlaşılmaktan da artık umudu kesilmiş bir yorgunluk…
Bu yorgunluk, yalnızca işin yoğunluğundan, çocukların bitmeyen ihtiyaçlarından ya da bir ilişkinin sorumluluğundan kaynaklanmaz. Bu yorgunluk, uzun süredir taşınan ama hiç paylaşılmayan duygusal yüklerin sonucudur. Bir türlü yasını tutmaya fırsat bulunamayan bir kayıp, söylenememiş sözler, bastırılmış öfke, görülmemiş emekler… Ve en çok da “ben iyiyim” demekten başka seçeneği olmadığını düşünen bir zihnin, kendi duygularını sessizce yok saymasıdır.
Psikoterapi odalarında çok sık duyduğum cümlelerden biridir: “Aslında hiçbir şeyim yok ama bir şeyim de var gibi.” İşte o ‘bir şey’, kişinin bile tam tanımlayamadığı ama hep hissettiği o görünmeyen yorgunluktur. Genellikle çocukluktan gelen bir öğrenme biçimiyle başlar bu süreç. “Ağlama, güçlü ol”, “Kimseye yük olma”, “Dert anlatmak zayıflıktır” gibi inançlar zihne kazındıkça, insan kendi duygularını da kendine fazla görmeye başlar. Ve bu noktadan sonra, kişi kendi duygularına yabancılaşır. İyiliğiyle gururlanır, kırgınlığına ise yer bulamaz.
Görünmeyen yorgunluklar, insanın kendi duygusal hakikatinden uzaklaştığında başlar. Her şey yolunda gibi görünür ama içerde küçük bir çöküş baş gösterir. Çünkü insanın en büyük ihtiyacı anlaşılmak değil, anlaşılamayacağını fark ettiğinde bile kendisine sadık kalabilmektir. Yani birilerinin görmesini beklemeden, kendi iç dünyasına sahip çıkabilmektir.
Peki ne yapmalı?
Her şeyden önce, güçlü görünme çabasını bırakmak gerekir. Güç, sadece duvar örmek değil, zaman zaman yıkılabileceğini de bilmektir. Kırıldığını kabul edebilmek, bir ihtiyaç dile getirebilmek ve hayır diyebilmek… Bunların hepsi ruhsal dayanıklılığın önemli parçalarıdır. Kendimize şu soruyu sorabiliriz: “Ben bugün gerçekten nasılım?” Ve cevabı sadece zihinsel değil, bedensel olarak da hissedebiliriz. Çünkü yorgunluk bazen ruhla değil, bedenle konuşur.
Görünmeyen yorgunluklar, hafifletilmeyi bekler. Bir dost sohbetinde, bir defterin satırlarında ya da bir terapistin karşısında… Her ne şekilde olursa olsun, paylaşılmamış yüklerin hafiflemeyeceğini bilmeliyiz. Ve en önemlisi, kendimize şefkatle yaklaşmayı öğrenmeliyiz. Güçlü olmanın, her zaman dimdik durmak değil; bazen içe çekilmek, dinlenmek ve “yeter” diyebilmek olduğunu hatırlamalıyız.
Belki bu yazı sana da iyi gelir. Belki de fark edilmemiş bir yorgunluğun adını koyarız birlikte. Çünkü unutmamak gerekir: En derin yorgunluk, çoğu zaman en çok susulan yerdedir.