Modern çağın en görünmeyen ama en yaygın salgınlarından biridir tükenmişlik.
Sadece bedensel değil; zihinsel, duygusal, hatta ruhsal bir yorgunluk halidir. İnsanı sessizce tüketir, içini yavaşça boşaltır. Bir sabah uyanırsın ve hiçbir şey yapmak istemezsin. Oysa yıllardır aynı rutin, aynı sorumluluklar… Fakat artık eskisi gibi çekemezsin. Çünkü düşüncen yorgundur.
İnsanı asıl yoran şey, sadece fiziksel yoğunluk değildir. Bazen düşünmenin, anlamaya çalışmanın, katlanmanın, kontrol etmeye çalışmanın, sabretmenin ve beklemenin yarattığı görünmeyen yük birikir. Bir karar alamamak, bir şeyi geride bırakamamak ya da sürekli bir şeyleri düzeltmeye çalışmak; tüm bunlar zihinsel enerjini emer.
Tükenmişlik bazen şöyle başlar:
Gülmek gelmez içinden.
Bir şey izlemek istemezsin.
Okuduğun kelimeler zihninde dağılır.
İnsanlarla konuşmak seni yorar.
Kendi düşüncelerinden bile kaçmak istersin.
Yani zihin bile “bir süre beni yalnız bırak” der.
Kimi zaman bu hale gelene dek fark etmeyiz. Çünkü güçlü görünmeye çalışmak da tükenmişliği geciktirir ama sonunda daha büyük bir yorgunluğa neden olur. Tükenmiş bir insan genellikle kendini suçlar. “Herkes aynı şartlarda çalışıyor, ben neden bu kadar yorgunum?” diye düşünür. Oysa herkesin yükü kendine özeldir. Herkesin sırtındaki görünmeyen taşlar farklıdır.
Tükenmişlik aynı zamanda sınırların silinmeye başladığı yerdir. İzin verememek, duramamak, ‘hayır’ diyememek, kendine alan açamamak… Tüm bunlar, kişinin yaşamıyla arasında sağlıklı bir mesafe kuramaması anlamına gelir.
Peki ne yapmalı?
Unutma, yorgunluğun bir dili vardır. Ve bazen durmak, ilerlemenin en güçlü halidir. Düşüncelerin bile dinlenmeye hakkı vardır. Sen de varsın, sen de hak ediyorsun. Hem dinlenmeyi hem yeniden doğmayı.