İNSAN KAYNAĞININ HEBASI ÜZERİNE

 Bugünkü yazımda biraz subjektif takılmış olabilirim. Yazıya başlarken bu perspektifi göz önüne alınız lütfen.

Yayınlama: 14.07.2025 15:31:45
19
A+
A-

Bence israfın en büyüğü “insan kaynağının” israfıdır. Nesilleri etkileyebilecek bir olumsuzluktur bu. Örneğin çok dinleriz ya, benim dedem bu pasajların sahibiydi ama içki, kumar onu bitirdi ve biz şimdi zar zor geçiniyoruz diye. Tıpkı bir ailenin zorluklara düşmesi gibi bir ülke de böylesi zorluklar yaşayabilir. Bir neslin ekonomik ve entelektüel kaybı sonraki nesilleri de yoksunluğa itecektir, tıpkı dedesinin hovardalıkla bir serveti yok edip, çocuklarına ve torunlarına acıları, yokluğu miras bırakması gibi. Tarihsel perspektif üzerinden bakacak olursak bana göre ilk kıyım Çanakkale savaşında yaşandı. Osmanlı üniversitelerinin bulunduğu İstanbul birkaç yıl mezuniyet törenini yaşayamadı. Çünkü alayı cephedeydi ve yeni kurulun Türkiye, böylelikle nitelikli insan kaynaklarına bir süre daha kavuşamayacak idi. Sanırsam bu benim dedemin çağıydı. Temellerini sağlam atmaya çalıştıkları ülke idarecileri cephede değil de uygulamada bir insan kıyımına gitti. Yazı dilinin değişmesi üzerine birkaç dil bilen ama latinceye vakıf olmayan bir çok insan yeni gelişmelerden haberdar olamadı. Kitap, gazete, dergi kendilerine Ümmi, yani okuma-yazma bilmeyenler için tabii ki okunamayacak materyallerdi artık. Halbuki öncesinde Arabi, Farisi, Kürdi ve Türkçe biliyorlardı. Ya yazı dili?…..Ayrıca Osmanlı da değer gören Alim ve Mallalar yeni kurulan devletin ideolojisine göre değersiz idiler. Değer görmeyen, okuma bilmeyen bu insanlar da sanırsam ikinci beşeri kıyım olarak nitelendirilebilir. Bu nesil dedem ile babam arasında yaşayan büyük amcamların çağıydı. Yaşanan isyanlar, bastırılan başkaldırılar, göçe zorlanan milyonlar….. Burada işlenenleri deşecek değiliz ama şöyle de düşünülebilir; yerinden-yurdundan edilen insanların birçok zorluklar yaşayacağı aşikardır. Yeni bir çevre ve dil yok, tanıdık yok. Alıştığın coğrafyanın uzağında yeni ama yabancı bir coğrafya…. Bu kişilerin yaşadıkları travmalar yaşanmasa, belki de atılacak atılımlarla bu kişilerden sonraki nesil, yani 1930-40 doğumlular ki bu kimimizin babası, kimimizin dedesi ile çağdaş bir nesili, belki de doktor, hakim, savcı olacaklardı. Onların bu kültürel ve ekonomik mirası biz sonraki nesilleri de entelektüel ve ekonomik manada uçuracaktı ama maalesef öyle olmadı. Bu yüzden bizim çağın çocuklarının anne ve babaları en fazla ilkokul mezunu olabildi. Al sana bir insan kaynağı hebası daha. Bu çağ hemen hemen babamın çağını temsil ediyor. 68 kuşağı dünyanın her yerinde nostaljik bir neslin romantik kahramanları gibi anılır. Che Guevara, Malcom X ve boksör Muhammed Ali gibi. Çiçek Çocuklar, Hippiler ve Beatles grubu ekranlardadır ve arka fonda da Zencilere zor kullanan Beyaz Amerikan Polisi ve ırkçı-faşist Ku Klux Klan örgütüne karşı beyzbol sopalı siyahi Kara Panterler gençliği. Peki biz 68 kuşağı olarak kimi hatırlıyoruz? İdam edilmiş Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını. Konjonktür gereği soğuk savaşta biz Amerikan yanlısıydık ya, sen misin Amerikan Conilerini denize atan ve dahası 4 Amerikalı askeri kaçıran. En ağır ceza ile kalemleri kırıldı, idam edildiler ya, belki bugün yaşasalar her biri bir Bakan olacak insanlardı bu gençler. Kayıp nesil hızla devam edecekti bundan sonrada. Amcalarımız ve teyzelerimizin çağındayız artık. 80 ihtilalinden önce başlayan sağ-sol kavgasında da yine bu ülkenin gençliği yok edildi. Okuyan, araştıran bir nesil kitaptan soğutuldu. Öyle ya, kitap okuyan eğer sol yayın okuyorsa “Komonist olicek”, dini kitap okuyor ise “beşinci mezhepçi, İrancı” olarak yaftalanacaktı. Sinema ekranlarında ucuz yeşilçam filmleri, havuzbaşında yarı çıplak teşhircilik kültürü bir bilete 3 cinsel içerikli film arka arkaya ve içinde ayrıca parça (!) gençliğin beynini Sünger Bob’a çevirecekti. Ayrıca hem sağdan, hem soldan gençler idam edilmeye, yaşları Eren gibi şaibeli bir şekilde 18’e tamamlanıp Sezen’in şarkılarına konu olacaktı. Diyarbakır zindanlarını yaşayanları da ayrıca dinlemek lazım ya, neyse. Nemelazımcı bir nesil, ülkenin Başbakanının ifadesiyle “benim memurum işini bilir” anlayışıyla neoliberal bir kimliğe itilecek, zamlar, KDV’ler, rüşvetler, hazine arazilerinin peşkeşleri ve batırılan, içi boşaltılan devlet garantili bankalar. Böylelikle her gelen hükümet enkaz devraldık polemiğiyle başarısızlığına kılıf ararken ülkenin gençliğine yapılmayan yatırımlarla devasa bir insan kaynağı da maalesef düşünsel ve ekonomik anlamda kendini gerçekleştiremeyecekti ve Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde üçgenin alt katmanlarında bir yerlerde kalacaktı. Bu nesil bizim neslimizdi. Peki şu an durum nasıl? O konuya başka bir yazımda değinmeyi düşünüyorum. Ama şu kadarını söylemeliyim ki bazı kurumlarda çok yetenekli, kendini geliştirmiş, yüksek tahsilli, üst düzey bürokrat olabilecek kişiler maalesef ki kendi uzmanlık alanlarından çok uzakta istihdam edilmiş durumda. Hani derler ya, ağzıyla kuş tutsa yaranamaz diye, kişi HD kalitesinde Drone ile Yüzüklerin Efendisi serisini çekse yine de boştur. Peki bu kardeşlerimizin de yeteneklerinin çok altında bir vazife ile çalıştırılmaları ülkenin insan kaynağının hebası değildir de ya nedir?

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.