İSLAM VE MÜSLÜMAN

İstiklal Marşı yazarı Mehmet Akif’e Avrupa’ya yaptığı seyahatten sonra “Avrupa’yı ve insanlarını nasıl buldun?” diye sormuşlar. Soruya veciz bir şekilde şöyle cevap vermiş Akif: “İşleri dinimiz gibi; dinleri de işimiz gibi.”

Yayınlama: 11.12.2025 12:26:13
85
A+
A-

Din, varlığın gerçekliğinin ve varoluşun nedenselliğinin insani akıl perspektifiyle anlamlandırılması; ezeli ve ebedi olan Allah’ın kendini insanlara tanıtıp bildirmesidir. Her şeyin varlığının O’na bağlı olduğu Allah, varoluşun ve fıtratın mükemmelliğinin nihai başlangıcını insani akıl, kalp ve ruh boyutunda göstererek varlığın anlam kazanıp değerlenmesini sağlamış, varoluşsal fıtrata insani akıl ve düşünce izdüşümüyle nazar ederek ebediyet vermek istemiştir.

Evrendeki varoluşsal fıtrat ve dengenin devamlılığını sağlamak için İslam dini, insan ve insanlık için en makul model olarak gönderilmiştir. Bu fıtratı kabul ederek diğer varlıklardan farklı olarak akıl ve akıldaki hür iradenin sarf edilmesiyle evrende var olan bu doğal dengeyi en güzel şekilde anlayacak olan insani akıl, gerçek varlığın özünü kendi varoluşsal evreninde yaşayarak kendinde kodlanmış olan sınırsız dil modelleri yani yetenekleriyle yeryüzünü ve gökyüzünü ortaya koymuş olduğu fen ve sanat marifetiyle mükemmelleştirmeye devam etmektedir.

Akıl sahibi varlıklar içerisinde iradesine herhangi bir sınır konulmayan insan, Allah’ın evrene tanımlamış olduğu ve devamını istediği varoluşsal dengeyi hür iradesini gerektiği gibi kullanmayarak varoluşsal fıtratın ve insani akıl dengesinin bozulmasına da sebep olabilmektedir. İnsani akıl, fıtrat dini olan İslam’ı ne kadar anlayıp özümserse o nisbette de varlık kendi yaratılış amacına ulaşacak ve insanoğlu sonsuz bir huzur ve saadete erişecektir. Bundan dolayı Allah koyduğu kanunlara şiddetle uyulmasını emretmiş ve uymayanları da cezalandıracağını belirtmiştir. Bu ceza, varoluşun hedefe ulaşmamasının temel sebebi olan fıtrata ve varlık dengesine uymamaktan kaynaklandığı için cezası da evrendeki varoluşun devam edecek olan denge sisteminin dışına atılmak olacaktır. Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimize hitaben “Sen yüce bir ahlak yani yaratılış üzerinesin” buyurularak evrendeki bu varoluşsal dengeye ve fıtrata işaret edilmiş ve insanların da bu ahlak ile ahlaklanması istenmiştir.

Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in varlığının manevi hakikatinde en yüksek mertebeye ulaşan varoluşsal denge ve fıtrat insanların rol modeli olmalıyken ve Allah da bu ahlakı almamızı emretmişken genellikle kuramsal gerçekliklerin kılgısal olarak yaşam alanı bulamayıp her zaman hâkim olamadığını görmekteyiz. Bu durumun temel nedeni evrende zıtların birbiriyle şiddetli bir şekilde mücadele etmesini murat ederek varoluşsal denge ve fıtratın en mükemmel bir boyuta evrilmesinin önünün açılmasının sonucudur. Aksi halde varoluş gerçek dinamizmini ve öztinselliğini kazanamayıp değersizleşecekti.

İslam, Allah’ın kullarından ne istediğini ve kullarını niçin yarattığını tebliğ ettiği dininin adıdır. Allah, yaratmış olduğu bu evrenin ve evren içinde de en çok değer verip çok büyük ve çok hikmetli neticeleri almayı beklediği insanın niçin ve ne maksatla yaratıldığının anlaşılması için Kur’an-ı Kerim’i mukaddes bir elçi vasıtasıyla tüm insanlığa göndermiştir. Müslüman bir insanın her hâli ile aslında evrendeki denge ve fıtrata uygun hareket etmesi yani İslamiyeti tam manasıyla kendi dünyasında yaşaması gerekirken maalesef insani aklın hayvani duygulara yenik düşmesi sonucunda yapmaması gereken davranışları sergileyebilmektedir. İnsanın bu şekilde davranmasının temel nedeni akıl aracılığıyla kullanması gereken iradesini yeterli düzeyde kullanmaması veya yanlış kullanmasıdır. Hâlbuki evrenin ruhu ve aklı konumunda olan Kur’an ve Peygamberimizin sürekli insani aklı kullanmayı ders verdiğini ve Kur’an ayetlerinin birçoğunun sonunda “Aklınızı kullanmaz mısınız, düşünmez misiniz?” vb. ifadelerin olduğunu görmekteyiz.

İslam dini mükemmel ve fıtrata uygun bir din olduğu halde insani akıl, hür iradenin sınırsızlığı sayesinde bu fıtrat dinini kabul edip etmemekte serbest bırakılmıştır. Bu fıtrata uyan Müslümanların bir kısmı da insani aklı tahakkümü altına alan his, heves ve nefs gibi hayvani duygulara esir olup bu doğal fıtrat ve dengeye zarar vermiştir. Evrendeki bu dengenin tamamen bozulmasıyla da varlık ve fıtrat daha mükemmele erişmek için boyut değiştirip ebedi başka bir varoluşsal denge oluşturacaktır.

Yazının başında M. Akif’in verdiği veciz cevaba dönecek olursak, burada İslam ve Müslüman arasındaki farkın ne olduğunu görebiliriz. Bir Müslümanın ahlak, kişilik, davranış, eylem ve söylemleriyle her zaman ve mekânda tutarlı olması gerekmektedir. İnsanların Müslüman bir kişiyi gördüklerinde ondan asla bir zarar gelmeyeceğini, Müslümanın sözüne sadık olduğunu, öfkelendiğinde öfkesini yuttuğunu, iyilik yapmakta yarıştığını, kusurları araştırmadığını, anne-baba, akraba, komşu, yoksul, yetim ve yolda kalmışa yardım ettiğini, borçlunun borcunu affettiğini, biri hastalandığında ziyaret ettiğini, önce kendini değil Müslüman kardeşini düşündüğünü, herkesi kendinden üstün bildiğini, insanlara yardımcı olmanın Allah’ın dinine yardımcı olmak olduğunu, yapmadığı şeyi söylemediğini, alın teriyle rızıklandığını, gıybet-dedikodu etmediğini, kimsenin arkasından iş çevirmediğini, şeffaf ve net olduğunu bilmesi o Müslümanın Kur’an ve Peygamberi rol model aldığını göstermektedir.

 

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.